HARUN YIGIT
  İstanbul
 

İstanbul

Ey İstanbul
düşlerimde süsleyip geldim sana
darmadağın olmuşun
iki denizin arasında
iki kıta ortasında
sen, yedi tepeli şehir
uygarlıklar beşik oldu kapında
yedi veren güller açmış tepende

Ey İstanbul
kaç bin yılın yorgunluğunu taşırsın
iki kıtada
bir koca şehir değilsin yalnız
kitap, kitap yazılan
tablo, tablo çizilen
sanat, sanat büyüp
öbek, öbek ezilen
sen Anadolu’nun koca tarihi
nice güzelliklerin gömülmüş günlere
kapını açmışsın
yetmiş iki milletten canlara
kapını açmışsın
nice dinlere
ne yiğitler arkasından vuruldu
tarih boyu nice canlar serildi
toprak bile acısından yarıldı
kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

nefesin kesilmiş
soluk soluğasın
kansere yakalanmış akciğerin
yeşilliğin nerende
dert akıyor derende
uyan artık İstanbul
irin vardır yaranda

öbek, öbek beton yığınısın
motor gürültüleri
vapur sirenlerisin beynimde
katar, katar taşıt
boğuk, boğuk zehir
kirli, kirli gökyüzüsün
süslü püslü nice bulvarların
ışıklı vitrinlerin var
nice caddelerin
bir kocaman çöplük
içi bakşa
dışı başka pislik
İçte saklı gümanın
eksik olmaz dumanın
ey İstanbul düşenlere
yok mu senin amanın

yol kenarında eli silahlı
tabela hırsızların var ya
beni bile
parçalayıp satacaklardı hurdacılara
bağırmak istedim avazım çıkmaz
damarım kestiler kanlarım akmaz
düştüm sokağında kimseler bakmaz
kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

dostluk kurmuş
köpeklerle kediler
günübirlik yaşamanın keyfiyle
sokaklarının proleteri olmuşlar
diyecek yok hallerine
jigoloların
fahişelerin sesleri yükseliyor kum kapıdan
güneş erken ışığını devirmiş
sarhoşların içip içip bağırmış
kapanmışın karanlıkta kendine
yüzünü ay bile senden çevirmiş
orospularının cinsiyeti belli değil
eğil, İstanbul eğil
sövül İstanbul sövül
boğul İstanbul boğul
boğul ki
yeniden dirilesin


Eyy İstanbul
sokaklarında
çıplak ayaklı, yarınsız çocukların
çapaklı gözlerinde
bilmem kaç gecenin acısı saklı
bilmem kaç günün
yorgunluğunu taşıyor
kirli elbiseleri altındaki vücutları
küçücük ellerini açmışlar
dilenirken eksik değildi
yüzlerinde yoksulluğun utancı
taşın altın toprağın olsa inci
sende değil ülkemdedir bu sancı
kalk İstanbul kalk da bir bak kendine

bir adam gördüm
semeri sırtında
yükü kendinden ağır
tırmanırken yokuşu
düşüyordu alnından teri
yırtılmış pabuçlarının ucuna
acıları karışır mı acına
akbabalar yuva yaptı gecene
Kalk İstanbul kalk da bak bir kendine

ne hayallerle gelmiştim sana
neler gödüm neler sende
al yuvarlar mısın kanda
her gün biraz daha kötü
hayal oldun nice canda
parklarinda dolaşırken
kucaklayıp sarıldığım ağacın
kucak, kucak dalları var sandım
kanattı dudaklarımı
eğilip öptüğüm al, al güllerin
kaç gün oldu sana geleli
ya ben farklı gördüm
ya sen değiştin
sen
sen şiirlerde okuduğum
İstanbul değilsin artık… Harun Yiğit

 
   
 
Diese Webseite wurde kostenlos mit Homepage-Baukasten.de erstellt. Willst du auch eine eigene Webseite?
Gratis anmelden